Saadet ve Gelecek Partilerinin, Saadet Partisi çatısı altında birleşerek oluşturdukları Meclis grubu bugün ikinci kez toplandı. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “yeni anayasa” çağrısına yanıt veren Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, ‘Öncelikli ihtiyaç yeni anayasa mıdır, yoksa yeni dönemi anlayan bir yürütme anlayışı mıdır’ sorusunu Erdoğan kendisine sormalıdır. Çatışmanın olağan, çekişmenin gerekli, kutuplaşmanın anlamlı olduğu inancı oluşturmaya çalışan mevcut iktidarın, yasama faaliyetleri aracılığıyla bu alanı tahkim etmesine engel olmak öncelikli görevimizdir.” dedi.
Saadet ve Gelecek Partilerinin, Saadet Partisi adı altında ortaklaşa kurdukları 28. döneminin ikinci yasama yılındaki ilk grup toplantısını bugün yaptı. Kürsüde ilk konuşmayı Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu yaptı.
Ardından Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu kürsüye çıkarak şunları söyledi:
“Bu yasama yılının bir kaynaşma, kucaklaşma ve ortak zeminde çözümler arama iradesiyle huzur içinde geçmesini temenni ediyor ve bu hususta bütün siyasi partileri de sağduyuya davet ediyorum. Önümüzdeki süreçte yapıcı siyaset anlayışı ve gerçekçi önerileriyle grubumuzun yön tayin edici bir rol üstlenmesi için tüm gayretimizle çalışacağımızı özellikle belirtmek isterim. Saadet-Gelecek Meclis Grubumuzun, yasama faaliyetlerine kalite, Meclis’in denetim işlevine etkinlik, Meclis siyasetine nezaket ve dirayet kazandıracak çalışmalarıyla bir fark ortaya koyacağına olan inancım ve güvenim tamdır.
“Bir önceki bakandan övgülerle bahsedip, mevcut bakana karşı direnç söylemi oluşturmak nasıl bir ruh hali”
Bilindiği üzere Meclis’in açılış günü olan 1 Ekim sabahı, Emniyet Genel Müdürlüğümüze yönelik hain bir saldırı gerçekleştirildi. Teröristlere karşı kahramanca mücadele eden ve saldırıda yaralan polis memuru kardeşlerimiz Alim Reis Demirel ve Erkan Karataş’a acil şifalar diliyorum. Türkiye, terörü tüm kaynaklarıyla birlikte yok etme gücüne ve kabiliyetine fazlasıyla sahiptir. Terörün kazanma ihtimalinin olmadığını, kaybetmesinin de kesin olduğunu defalarca ispatlamış mümtaz bir millet ve kadim bir devlet, Türkiye’nin terörle mücadeledeki en büyük gücüdür. Ancak pazar günü bertaraf edilen terör saldırısı sonrasında; arkasında kimlerin belli olduğu kimi kesimler ve mecralar tarafından, İçişleri Bakanına, Bakanlığa ve bağlı birimlerine yönelik sataşmalar, isnat ve ithamlar da söz konusu oldu. Doğrusu İçişleri Bakanının suç örgütlerine ve özellikle mafya ve belirli çete türü yapılara karşı yürüttüğü anlamlı ve kararlı mücadeleden rahatsız olanları anlamakta zorlanıyor insan. Kara para aklayan yapıların, bahis çetelerinin, uyuşturucu çetelerinin, esnafı haraca bağlamaya yeltenen grupların üzerine gidilmesinden kimler, neden hoşnut olmazlar? Bir önceki Bakan ve döneminden övgülerle bahsedip, mevcut Bakana karşı direnç söylemi oluşturmak nasıl bir ruh hali, nasıl bir siyaset tarzıdır? Biz, Türkiye’nin terörden, terör örgütlerinden, mafya ve çetelerden, suç birlikteliklerinden arındırılması konusunda her türlü desteğe hazırız. Maalesef, terörle ve suç örgütleriyle mücadele kulvarında ‘fakat, ama, ancak’ başlıklı cümle kurmaya meyilli olanları da görüyoruz. Kendine yakın olan yapıları, suça meyilli özneleri, sabıkalı kimlikleri korumaktan vazgeçmeyenlere de şahit olduk, oluyoruz.
“Bedel ödetilen en büyük kitle emekli, dul ve yetimlerdir”
Bakın dün enflasyon verileri, geçen hafta Merkez Bankasının yeni faiz artırım kararı açıklandı. Her iki taraftaki veriler bize şunu söylüyor; Türkiye, yüksek faiz ve yüksek enflasyon sarmalına çok bilinçli bir şekilde sokuldu. Bu sarmalın ödülünü alan ve her geçen gün servetini artıran mutlu bir azınlık olduğu tartışmasız. Tartışmasız olan bir başka husus ise; yüksek enflasyonun ve yüksek faizin faturasının gelirleri düşük, sayıları ise oldukça büyük toplum kesimlerine kesildiğidir. Evet, ekonomik krizin faili Hükümet, fırsatçısı sermaye ve yandaşlar, mağduru ise dar ve sabit gelirli vatandaşlarımız olmuştur. Son dönemde mağdurların, bedel ödetilen vatandaşların içindeki en büyük kitle ise hiç kuşkusuz emeklilerdir, dul ve yetimlerdir.
“Gecekondu kirası dahi 7 bin 500 TL”
Evet, Türkiye’de 10 milyonu aşkın insan asgari ücretle, yani 11 bin 400 lira ile geçinebileceğine inanmak zorunda bırakıldı. Evet söylemesi kolay, fakat yaşaması vahim olan bir durum. Bundan daha da vahim olanı ise; en düşük emekli aylığı tutarının 7 bin 500 lira olmasıdır. Üstelik kök maaş olarak durum daha da aşağıda. Biz Saadet ve Gelecek Partileri olarak, Meclis grubumuz aracılığıyla Temmuz 2023’ten geçerli olmak üzere bütün emeklilerimizin aynı oranda yararlanacağı bir zam teklifini Meclis’e sunacağız. Gecekondu kirasının dahi 7 Bin 500 lira olduğu bir ülkede, emeklilere verilmesi gereken en düşük maaşın; bunun iki katından az olmayacak, açlık sınırının üstünde, yoksulluk sınırını zorlayan bir eşikte belirlenmesi gerekir. Biz, kök maaş olacak biçimde, en düşük emekli maaşının Temmuz 2023’ten geçerli olmak üzere 10 Bin TL olmasını sağlayacak teklifimizi çok kısa sürede Meclis Başkanlığı’na sunacağız.
“Hayra motor, şerre fren”
Gençlere umut vermesi gereken iktidar, sorun artırıyor. Gençleri huzur vermesi gereken iktidar, yoksulluk yaşatıyor. Ülkemizin gençlerine 9 bin 500 TL’den daha yüksek fiyatlı telefon kullanmama öğüdü veren ve dayatması yapan Hükümet, iki, üç hatta dört-beş maaşlı yandaşlara ses çıkarmıyor. Gençlere 5 bin 500 TL cep telefon veya bilgisayar alım desteği değil, 55 bin liralık cep telefonunu ve bilgisayarı kendi emekleriyle alma imkanları verin. İş verin. Gençlerin yokluğu ve yoksulluğu, memleketin en büyük sorunudur. Biz, Meclis grubumuzun ilk toplantısında söylediğimiz konumu hiç terk etmeyeceğiz. Hayra motor, şerre fren pozisyonunda ısrarcı olacağız.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinden, iklim anlaşmasına, İsrail ile yapmayı düşündükleri enerji iş birliği anlaşmalarından, yeni anayasa çalışmalarına, emekli maaşlarına ilişkin çalışmalardan, 2024 Merkezi Yönetim Bütçesine; 28. Dönem ikinci yasama yılı oldukça yoğun geçecek. Ne hazindir ki, Erdoğan’ın ve AKP’nin diplomasi konusundaki tutumları ya gel-gitlerle ya da geri dönüşlerle ilişkilidir. Dün, ‘küstüm’ dediğine bugün ‘dostum’ demekten de bugün ‘dostum’ dediğine yarın ‘küstüm’ demekten de ders almamış bir kompozisyon var. Kur’an’a, İslam’a ve Müslümanlara yönelik tahkir eylemlerinin sahnesine dönüşen ülkelere ödül vermekten çekinmeyecek bir Hükümetimiz var. Davos’taki dağ otelinde İsrail’e ve yöneticilerine ‘ona minute’ dediği iddiasıyla caka satan iktidar, Amerika’daki Türk Evi’nde İsrail’in katil başbakanına enerji iş birliği, ortak çalışmalar ve Doğu Akdeniz başlıkları eşliğinde samimi pozlar veriyordu. Filistin ziyaretini bir türlü gerçekleştiremeyen sayın Erdoğan, ABD’de İsrail’i misafir etmenin ve İsrail’e misafir olmanın programını tamamladı görünüyor. Çok açık ve net ifade ediyorum; İsrail’i zayıflatmayan hiçbir kanunun destekçisi olmayacağız. İsrail’e güç, imkân, zenginlik veren her çabanın da köstekçisi olacağız.
Yeni Anayasa açıklaması
Son dönemde sayın Cumhurbaşkanı tarafından birkaç kez ve tahkir barındıracak bir şekilde ‘Yeni Anayasa-Sivil Anayasa’ yapmak noktasında çağrı yapıldı. Esasen Cumhurbaşkanı’nın kullandığı dil ve üslup davet tanımı yapmayı çok mümkün kılmıyor. Bir başka husus da Cumhurbaşkanı sivil anayasa mı istiyor yoksa sivil anayasa söylemiyle kendisine ve seçimine ilişkin sınırlamaların kaldırılmasına yönelik fırsat oluşturmak mı istiyor? Türkiye’nin yeni ve sivil anayasa konusundaki arayışı, kat ettiği mesafe ve bunu icra kapasitesi bellidir. Diğer taraftan, ‘öncelikli ihtiyaç yeni anayasa mıdır, yoksa yeni dönemi anlayan bir yürütme anlayışı mıdır’ sorusunu Erdoğan kendisine sormalıdır. Çatışmanın olağan, çekişmenin gerekli, kutuplaşmanın anlamlı olduğu inancı oluşturmaya çalışan mevcut iktidarın, yasama faaliyetleri aracılığıyla bu alanı tahkim etmesine engel olmak öncelikli görevimizdir.”